12 Nisan 2016 Salı

Kafe Baykuş ve Sokak Kütüphanesi



Nisan ayında nerede edebiyat toplantımızı yapalım diye düşünürken imdadımıza Bakırköy İncirli'deki Kafe Baykuş yetişti. Pazar günü güneşli bir bahar günü herkes kendini kafelere atmışken bizim kitaplardan konuşabileceğimiz sakin bir yere ihtiyacımız vardı. İstediğimiz saatler arasında kafelerinde bize yer ayarladılar. 




Küçücük ama yaptıkları işler büyük bir işletme. Kafe Baykuş çok güzel bir sosyal etkinliğe imza atmış. Mekanın dışına bir sokak kütüphanesi/kitaplığı yapmışlar. Mekana girmeden, sokaktan geçerken bile durup, inceleyip istediğiniz kitabı ücretsiz alıp gidebiliyorsunuz. Herkes kitap okusun, kitap okuma yaygınlaşsın amacıyla yola çıkmışlar. İsteyen aldığını geri getiriyor, isteyen başka kitap veriyor veya sadece kitabı alıp gidiyor. Toplu olarak okunmuş kitaplarınızı bağışlarsanız sizin adınıza fidan dikiyorlar. 


Mekanın sahibi Harun Bey ve Pervin Hanım bizi çok güzel ağırladılar, bu tarz etkinliklere her zaman açıklar. Haftasonu sakin bir ortamda kitap okumak için ideal bir yer. Fiyatlar makul, ortam sıcak daha ne olsun. Biz çok sevdik, gidip görülmeli. 


Kitapları seven insanlar olması ne güzel.



11 Nisan 2016 Pazartesi

Büyülügerçekçiliğin İzinde

Edebiyat okuma grubu Nisan ayı toplantımızda "edebiyatta büyülügerçekçilik" kavramını ele aldık. Kavramın teorik alt yapısını ortaya koyanlar Avrupalı olsa da 1950 sonrasında Latin Amerika edebiyatında başarılı örnekleri verilen büyülügerçekçilik, olağanüstü/saçma/batıl olanı gerçek hayatın bir parçası olarak algılatarak hem roman kahramanlarını hem okuru buna inandıran bir akım/imkandır. Kuramcıların büyülügerçeklik kavramını açıklamaktaki en büyük sorunları bu kavramın realizm ve fantastik ile olan sınırını çizememek. Fantastik ile büyülügerçekçiliğin farkı nedir? veya bu metinlerde kurgulanan gerçek ile gerçek hayat nerede kesişiyor? soruları uzun yıllar araştırmacıların zihnini kurcalamıştır.



Biz bu ay Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanı ile Latife Tekin'in Sevgili Arsız Ölümü romanını büyülügerçekçilik etrafında değerlendirdik. İki romanı anlatım teknikleri, akıcı dili, karakterleri, metnin alt mesajları gibi çeşitli konularda irdeledik. Farklı coğrafyada geçen iki romanın karakterleri arasında benzerlikler bulunuyor. Özellikle Ursula-Atiye karşılaştırılması romanın diğer kahramanlarının davranışlarını anlamamış açısından önem taşıyor. Ursula'nın lanetle mücadelesi, bir yandan bütün aileyi bir arada tutma çabası, domuz kuyruklu çocuk doğmasın diye herkesin hayatına müdahale çabaları, Sevgili Arsız Ölüm'de Atiye'nin çocukları istediği gibi davranmıyor diye onları birbirine kırdırtma çabası olarak karşımıza çıkıyor. Hurafelere, saçmalıklara, batıla olan inançla örülü bir çevrede geçen romanlarda dil, zaman ve mekanın önüne geçiyor.

Yüzyıllık Yalnızlık'ta "lanet" etrafında kurulan bir hayatın şifreli metinlerin çözülmesi ile son bulması anlatılırken aslında döngü/yüzyıl tamamlanıyor. Ölülerin ruhlarının eve sıkışıp kalması veya ara sıra öte dünyadan gelip kahramanlarla konuşmaları roman kahramanları tarafından yadırganmıyor. İşte bu olağanüstüyü gündelik hayatın bir parçası olarak kahramanlar, okuru da o atmosfere, o şeffaf boyuta taşıyor. Okur, rahatsızlık duymuyor, amma da fantastik demiyor, romanın dünyasına adapte oluyor. Çamaşır asarken uçup giden kızın zamanla unutulması gibi her şey romanın gerçekliği içinde yerine oturuyor.


Sevgili Arsız Ölüm'de anlatılanlar yerli. Yani bu romanın hurafeleri bizim toplumumuza özgü. Ama Baba Jose-Huvat, Ursula-Atiye, toprak yiyen Rebecca-Dirmit benzer şekilde çizilmiş karakterlerdir. Diğer bir deyişle bu iki metin farklı coğrafyalarda farklı inanç toplumlarında yazıldığı halde kurgusal açıdan ortak noktaları bulunmaktadır. Romanda köyden kente göç eden bir ailenin hem kente adaptasyon süreçleri, hem peşlerini bırakmayan hurafeler hem de annelerinin bitmek bilmeyen "ay, ölüyorum"ları ile yaşadıkları anlatılıyor. Atiye'nin hurafelere bağlılığı, Azrail'le pazarlıkları onun ailenin genç fertleri üzerinde baskı kurmasını sağlıyor. Nihayet Dirmit'e el vermesi ve öleceğini söylediği sürede ölmesi ile roman sona eriyor. Dirmit'in atamadığı çığlıkları yazdığı şiirlere dönüşürken yavaş yavaş mental olarak ailesinden kopuşunun ipuçları verilmektedir.






Zihninizi Zorlayan Bir Okuma Deneyimi: Tehlikeli Oyunlar

Mart ayında zihnimizi zorlayan, düşündüren, ruhumuzu ikircikli bir durumda bırakan bir konuyu tartıştık: Postmodernizm.
Türk edebiyatında örnekleri için fazla uzağa gitmemize gerek olmayan postmodernizm kavramsal açıklamasından sonra ayak izlerini Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar romanında aradık. Roman kahramanı Hikmet Benol'un sanrılı, sancılı, kalabalık zihninin yanında yalnız hayatına daldık. Albay kimdi? Hikmet kim? Hikmet gerçekten öldü mü? soruları havada uçuşurken bizi bu kadar derinden etkilediğine, adı gibi oyunlarına alet ettiğine inanamadık.



Postmodernist metinlerin temel özelliklerinden biri olan Oyun metnin kurgusu içerisine yerleşmiş ve zaman zaman oyun ve gerçek, Hikmet Benol'un rüya/fantazileri ve gerçek birbirine karışmış. Çizgisel zaman anlayışı kırılmış, hatırlamalarla geçmişe ve başka kişilerin hayatlarına gittikten sonra tekrar güncele dönülmüştür. Romanı bıraktıktan sonra nerede kaldığını bulamayan okurlara naçizane tavsiyemiz numaralandırılmış bölümleri bitirdikten sonra ara verirseniz daha rahat takip edebilirsiniz.
Hikmet Benol bilinçakışı ile geçmişiyle, hayatla, tarihle hesaplaşmaya çalışırken varoluşundan, var olmaktan doğan bir bunalıma doğru sürüklenmektedir. Kendisini anlamayan insanlarla çevrili bir hayatta gittikçe benlik bölünmeleriyle adeta zihninin içinde bir sirk, bir karnaval, bir tiyatro kurar, kahramanı Hikmetlerden (Hikmet I, II, III...) oluşan.
Kitap yazmak veya tiyatro oyunu yazmak metnin üstkurmaca yapısına hizmet ediyor. Romanda Hikmet'in hesaplaşmaları devam ederken yazılmaya çalışılan eserler bir türlü tamamlanamıyor. Albay ile gerçek/hayal olduğu kestirilemeyen "Hadi şu oyunu bitirelim" tartışmaları Hikmet'in zihnini işgal eden diğer düşüncelerle kesiliyor. Tarih metinde uydurma, yeniden yazılabilen, dönüştürülebilen bir hale geliyor. Anlatıcı, Hikmet Benol'un sanrıları veya kişilik bölünmeleri gibi bu hayatta hiçbir şeye (tarihe bile) güvenilemeyeceğinin sinyalini veriyor.
Hikmet Benol'un devamlı üşüyen kız Sevgi ile kurduğu bağın bozulması ile hayata tutunmaya çalışan kahramanın ayağının altından zemin kayıyor ve balkon korkuluğunda roman/Hikmet'in hayatı sona eriyor. Geriye yalnızlığın, varoluşsal bunalımın, zihinsel kargaşanın, oyunların, tiyatroların ortasında duran okur kalıyor.
Ey okuyucu!
Bu romana başlamadan önce zihnini tüm olasılıklara aç ve okurken düşünmeye hazır ol!


Mekan olarak Eyüp'te Heybe Cafe'yi seçtik. Etkinliğimiz için 2. katta kitaplık ve duvardaki notlardan oluşan küçük ve sevimli bir odayı bize ayırdılar. Porselen bardaklarımızda çayımızı yudumlarken rahat rahat edebiyat konuşabilmenin keyfi içindeydik.