Mayıs ayında edebiyat okuma grubumuzun
ikinci yılını geride bıraktık. Kapanışı “Modernizm” başlığı altında Mehmet
Eroğlu’nun “Issızlığın Ortası(nda)” ve William Faulkner’ın “Ses ve Öfke” romanları
ile gerçekleştirdik. Modernizm’in ne demek olduğundan başlayarak modernist
eserlerdeki yenilikleri ve değişimleri/ dönüşümleri konuştuk ve okuduğumuz
romanları tartıştık. Özellikle Ses ve Öfke’de birbirimize sorduğumuz pek çok
soru vardı.
Ses ve Öfke’de bir ailenin
parçalanma sürecini anlatmış W. Faulkner. Öncelikle eserin kurgusu alışık
olduğumuz çizginin oldukça dışındaydı. Çizgisel zaman ve kronolojik anlatım
terk edilmişti. Olaylar dört kahramanın bakış açısından aktarılıyordu ve yazar
önceliği zeka geriliği olan, sağır ve dilsiz kahramanı Benjamin’e vermişti.
Bazen bir olay yarım bırakılıyor ve başka bir kahramanın bakış açısından tamamlanıyordu
ve olayın gerçekliğini sorguluyorduk. Mesela; Quentin ile Candace kardeşler
arasındaki ilişkinin tam olarak ne olduğu tartışma konusuydu; ancak kitabın
sonundaki özel bölümde ensest bir ilişki olmadığı anlaşıldı. Bu durumu
modernist romanlarda yadırgamamak gerek çünkü modernizmde çok önemli iki
değişim var:
Bunlardan ilki gerçeğin parçalanması
yani görecelik. Modernist romanlar, tek ve mutlak gerçek yerine her bireyin
kendi tecrübesiyle oluşturduğu, parçalanmış bir gerçeklik sunuyor. Bu yüzden
zamanda sıçramalar görmeye alıştık. Her iki romanda da zamanda ileri – geri gidişler
vardı fakat Faulkner’ın eseri bu anlamda sınırları zorluyor. Öyle ki romanda
geçmiş ve gelecek anlatılıyor fakat “şimdi” ikisi arasında parçalanmış durumda.
Büyükbabadan Quentin’e kalan saat, önemli bir simge.
İkinci değişiklik/dönüşüm ise
kahramanların yerini bireylerin alması. Modern dünyada yaşanan değişimlerle
başa çıkamayan ve değişimin hızına yetişemeyen kahramanlar, gerçeklik
karşısında tedirginleşerek, sorgulayıcı ve yabancılaşan bir tutum
geliştiriyorlar ve iç dünyalarına çekiliyorlar. Bu yüzden her iki romanda da
bireylerde korku, tedirginlik, yalnızlık görülürken iç konuşmalar, bilinç akışı
ve çağrışım teknikleri kullanılmıştı. Quentin, kızkardeşi Candace’in hayatıyla
ilgili alınan kararlarda pasif kaldığı için bir iç hesaplaşmaya giriyor ve
kendi sonuna karar veriyor. Romanda bireyleşmenin belki de en güzel örneğini
kardeş Jason’da görüyoruz. Jason hırs, para kazanma/para biriktirme, yalan,
arzular gibi bireye ait tüm duyguları ile birlikte veriliyor.
Mehmet Eroğlu ise
Issızlığın Ortası/Ortasında’da Ayhan’ın önce çocukluk travmaları, daha sonra
Kıbrıs Harekatı neticesinde duyduğu suçluluk duygusu (Bu suçluluk duygusu Ses
ve Öfke’de Quentin’de de var ve sonunda intihar ediyor. Ayhan ise intiharı
deniyor ancak başarılı olamıyor) ile nasıl sadist, her zaman huzursuz ve yalnız
bir adama dönüştüğünü anlatıyor ve Ayhan’ın iç konuşmaları modernist bireyin
profilini açıkça aktarıyor. Ayrıca Mehmet Eroğlu’nun romanında mekan, bireyin
psikolojisiyle paralel olarak her zaman bunaltıcı ve kirli. Modernist romanın
zamanla ilgili kırılmalarına bu romanda da rastlıyoruz. Olaylar Ayhan’ın
zihnindeki sıçramalarla veriliyor. Ayhan çocukluğuyla ilgili anılarını
düşünürken birden Kıbrıs’taki olaylara geçebiliyor. Yazar betimlemelerde sık
sık duyu aktarımlarına ve kelime oyunlarına başvurmuş. Kitaptaki Papaz ve Doktor
karakterleri ayrıca incelenmeye değer. Ve hâlâ yanıtını alamadığımız bir soru:
Ayhan neden doktorun yüzüne hiç bakmıyor?