20 Temmuz 2016 Çarşamba

Modern Bireyin Sancılı Doğumu

Mayıs ayında edebiyat okuma grubumuzun ikinci yılını geride bıraktık. Kapanışı “Modernizm” başlığı altında Mehmet Eroğlu’nun “Issızlığın Ortası(nda)” ve William Faulkner’ın “Ses ve Öfke” romanları ile gerçekleştirdik. Modernizm’in ne demek olduğundan başlayarak modernist eserlerdeki yenilikleri ve değişimleri/ dönüşümleri konuştuk ve okuduğumuz romanları tartıştık. Özellikle Ses ve Öfke’de birbirimize sorduğumuz pek çok soru vardı.




Ses ve Öfke’de bir ailenin parçalanma sürecini anlatmış W. Faulkner. Öncelikle eserin kurgusu alışık olduğumuz çizginin oldukça dışındaydı. Çizgisel zaman ve kronolojik anlatım terk edilmişti. Olaylar dört kahramanın bakış açısından aktarılıyordu ve yazar önceliği zeka geriliği olan, sağır ve dilsiz kahramanı Benjamin’e vermişti. Bazen bir olay yarım bırakılıyor ve başka bir kahramanın bakış açısından tamamlanıyordu ve olayın gerçekliğini sorguluyorduk. Mesela; Quentin ile Candace kardeşler arasındaki ilişkinin tam olarak ne olduğu tartışma konusuydu; ancak kitabın sonundaki özel bölümde ensest bir ilişki olmadığı anlaşıldı. Bu durumu modernist romanlarda yadırgamamak gerek çünkü modernizmde çok önemli iki değişim var:

Bunlardan ilki gerçeğin parçalanması yani görecelik. Modernist romanlar, tek ve mutlak gerçek yerine her bireyin kendi tecrübesiyle oluşturduğu, parçalanmış bir gerçeklik sunuyor. Bu yüzden zamanda sıçramalar görmeye alıştık. Her iki romanda da zamanda ileri – geri gidişler vardı fakat Faulkner’ın eseri bu anlamda sınırları zorluyor. Öyle ki romanda geçmiş ve gelecek anlatılıyor fakat “şimdi” ikisi arasında parçalanmış durumda. Büyükbabadan Quentin’e kalan saat, önemli bir simge.

İkinci değişiklik/dönüşüm ise kahramanların yerini bireylerin alması. Modern dünyada yaşanan değişimlerle başa çıkamayan ve değişimin hızına yetişemeyen kahramanlar, gerçeklik karşısında tedirginleşerek, sorgulayıcı ve yabancılaşan bir tutum geliştiriyorlar ve iç dünyalarına çekiliyorlar. Bu yüzden her iki romanda da bireylerde korku, tedirginlik, yalnızlık görülürken iç konuşmalar, bilinç akışı ve çağrışım teknikleri kullanılmıştı. Quentin, kızkardeşi Candace’in hayatıyla ilgili alınan kararlarda pasif kaldığı için bir iç hesaplaşmaya giriyor ve kendi sonuna karar veriyor. Romanda bireyleşmenin belki de en güzel örneğini kardeş Jason’da görüyoruz. Jason hırs, para kazanma/para biriktirme, yalan, arzular gibi bireye ait tüm duyguları ile birlikte  veriliyor.



Mehmet Eroğlu ise Issızlığın Ortası/Ortasında’da Ayhan’ın önce çocukluk travmaları, daha sonra Kıbrıs Harekatı neticesinde duyduğu suçluluk duygusu (Bu suçluluk duygusu Ses ve Öfke’de Quentin’de de var ve sonunda intihar ediyor. Ayhan ise intiharı deniyor ancak başarılı olamıyor) ile nasıl sadist, her zaman huzursuz ve yalnız bir adama dönüştüğünü anlatıyor ve Ayhan’ın iç konuşmaları modernist bireyin profilini açıkça aktarıyor. Ayrıca Mehmet Eroğlu’nun romanında mekan, bireyin psikolojisiyle paralel olarak her zaman bunaltıcı ve kirli. Modernist romanın zamanla ilgili kırılmalarına bu romanda da rastlıyoruz. Olaylar Ayhan’ın zihnindeki sıçramalarla veriliyor. Ayhan çocukluğuyla ilgili anılarını düşünürken birden Kıbrıs’taki olaylara geçebiliyor. Yazar betimlemelerde sık sık duyu aktarımlarına ve kelime oyunlarına başvurmuş. Kitaptaki Papaz ve Doktor karakterleri ayrıca incelenmeye değer. Ve hâlâ yanıtını alamadığımız bir soru: Ayhan neden doktorun yüzüne hiç bakmıyor? 




12 Nisan 2016 Salı

Kafe Baykuş ve Sokak Kütüphanesi



Nisan ayında nerede edebiyat toplantımızı yapalım diye düşünürken imdadımıza Bakırköy İncirli'deki Kafe Baykuş yetişti. Pazar günü güneşli bir bahar günü herkes kendini kafelere atmışken bizim kitaplardan konuşabileceğimiz sakin bir yere ihtiyacımız vardı. İstediğimiz saatler arasında kafelerinde bize yer ayarladılar. 




Küçücük ama yaptıkları işler büyük bir işletme. Kafe Baykuş çok güzel bir sosyal etkinliğe imza atmış. Mekanın dışına bir sokak kütüphanesi/kitaplığı yapmışlar. Mekana girmeden, sokaktan geçerken bile durup, inceleyip istediğiniz kitabı ücretsiz alıp gidebiliyorsunuz. Herkes kitap okusun, kitap okuma yaygınlaşsın amacıyla yola çıkmışlar. İsteyen aldığını geri getiriyor, isteyen başka kitap veriyor veya sadece kitabı alıp gidiyor. Toplu olarak okunmuş kitaplarınızı bağışlarsanız sizin adınıza fidan dikiyorlar. 


Mekanın sahibi Harun Bey ve Pervin Hanım bizi çok güzel ağırladılar, bu tarz etkinliklere her zaman açıklar. Haftasonu sakin bir ortamda kitap okumak için ideal bir yer. Fiyatlar makul, ortam sıcak daha ne olsun. Biz çok sevdik, gidip görülmeli. 


Kitapları seven insanlar olması ne güzel.



11 Nisan 2016 Pazartesi

Büyülügerçekçiliğin İzinde

Edebiyat okuma grubu Nisan ayı toplantımızda "edebiyatta büyülügerçekçilik" kavramını ele aldık. Kavramın teorik alt yapısını ortaya koyanlar Avrupalı olsa da 1950 sonrasında Latin Amerika edebiyatında başarılı örnekleri verilen büyülügerçekçilik, olağanüstü/saçma/batıl olanı gerçek hayatın bir parçası olarak algılatarak hem roman kahramanlarını hem okuru buna inandıran bir akım/imkandır. Kuramcıların büyülügerçeklik kavramını açıklamaktaki en büyük sorunları bu kavramın realizm ve fantastik ile olan sınırını çizememek. Fantastik ile büyülügerçekçiliğin farkı nedir? veya bu metinlerde kurgulanan gerçek ile gerçek hayat nerede kesişiyor? soruları uzun yıllar araştırmacıların zihnini kurcalamıştır.



Biz bu ay Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanı ile Latife Tekin'in Sevgili Arsız Ölümü romanını büyülügerçekçilik etrafında değerlendirdik. İki romanı anlatım teknikleri, akıcı dili, karakterleri, metnin alt mesajları gibi çeşitli konularda irdeledik. Farklı coğrafyada geçen iki romanın karakterleri arasında benzerlikler bulunuyor. Özellikle Ursula-Atiye karşılaştırılması romanın diğer kahramanlarının davranışlarını anlamamış açısından önem taşıyor. Ursula'nın lanetle mücadelesi, bir yandan bütün aileyi bir arada tutma çabası, domuz kuyruklu çocuk doğmasın diye herkesin hayatına müdahale çabaları, Sevgili Arsız Ölüm'de Atiye'nin çocukları istediği gibi davranmıyor diye onları birbirine kırdırtma çabası olarak karşımıza çıkıyor. Hurafelere, saçmalıklara, batıla olan inançla örülü bir çevrede geçen romanlarda dil, zaman ve mekanın önüne geçiyor.

Yüzyıllık Yalnızlık'ta "lanet" etrafında kurulan bir hayatın şifreli metinlerin çözülmesi ile son bulması anlatılırken aslında döngü/yüzyıl tamamlanıyor. Ölülerin ruhlarının eve sıkışıp kalması veya ara sıra öte dünyadan gelip kahramanlarla konuşmaları roman kahramanları tarafından yadırganmıyor. İşte bu olağanüstüyü gündelik hayatın bir parçası olarak kahramanlar, okuru da o atmosfere, o şeffaf boyuta taşıyor. Okur, rahatsızlık duymuyor, amma da fantastik demiyor, romanın dünyasına adapte oluyor. Çamaşır asarken uçup giden kızın zamanla unutulması gibi her şey romanın gerçekliği içinde yerine oturuyor.


Sevgili Arsız Ölüm'de anlatılanlar yerli. Yani bu romanın hurafeleri bizim toplumumuza özgü. Ama Baba Jose-Huvat, Ursula-Atiye, toprak yiyen Rebecca-Dirmit benzer şekilde çizilmiş karakterlerdir. Diğer bir deyişle bu iki metin farklı coğrafyalarda farklı inanç toplumlarında yazıldığı halde kurgusal açıdan ortak noktaları bulunmaktadır. Romanda köyden kente göç eden bir ailenin hem kente adaptasyon süreçleri, hem peşlerini bırakmayan hurafeler hem de annelerinin bitmek bilmeyen "ay, ölüyorum"ları ile yaşadıkları anlatılıyor. Atiye'nin hurafelere bağlılığı, Azrail'le pazarlıkları onun ailenin genç fertleri üzerinde baskı kurmasını sağlıyor. Nihayet Dirmit'e el vermesi ve öleceğini söylediği sürede ölmesi ile roman sona eriyor. Dirmit'in atamadığı çığlıkları yazdığı şiirlere dönüşürken yavaş yavaş mental olarak ailesinden kopuşunun ipuçları verilmektedir.






Zihninizi Zorlayan Bir Okuma Deneyimi: Tehlikeli Oyunlar

Mart ayında zihnimizi zorlayan, düşündüren, ruhumuzu ikircikli bir durumda bırakan bir konuyu tartıştık: Postmodernizm.
Türk edebiyatında örnekleri için fazla uzağa gitmemize gerek olmayan postmodernizm kavramsal açıklamasından sonra ayak izlerini Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar romanında aradık. Roman kahramanı Hikmet Benol'un sanrılı, sancılı, kalabalık zihninin yanında yalnız hayatına daldık. Albay kimdi? Hikmet kim? Hikmet gerçekten öldü mü? soruları havada uçuşurken bizi bu kadar derinden etkilediğine, adı gibi oyunlarına alet ettiğine inanamadık.



Postmodernist metinlerin temel özelliklerinden biri olan Oyun metnin kurgusu içerisine yerleşmiş ve zaman zaman oyun ve gerçek, Hikmet Benol'un rüya/fantazileri ve gerçek birbirine karışmış. Çizgisel zaman anlayışı kırılmış, hatırlamalarla geçmişe ve başka kişilerin hayatlarına gittikten sonra tekrar güncele dönülmüştür. Romanı bıraktıktan sonra nerede kaldığını bulamayan okurlara naçizane tavsiyemiz numaralandırılmış bölümleri bitirdikten sonra ara verirseniz daha rahat takip edebilirsiniz.
Hikmet Benol bilinçakışı ile geçmişiyle, hayatla, tarihle hesaplaşmaya çalışırken varoluşundan, var olmaktan doğan bir bunalıma doğru sürüklenmektedir. Kendisini anlamayan insanlarla çevrili bir hayatta gittikçe benlik bölünmeleriyle adeta zihninin içinde bir sirk, bir karnaval, bir tiyatro kurar, kahramanı Hikmetlerden (Hikmet I, II, III...) oluşan.
Kitap yazmak veya tiyatro oyunu yazmak metnin üstkurmaca yapısına hizmet ediyor. Romanda Hikmet'in hesaplaşmaları devam ederken yazılmaya çalışılan eserler bir türlü tamamlanamıyor. Albay ile gerçek/hayal olduğu kestirilemeyen "Hadi şu oyunu bitirelim" tartışmaları Hikmet'in zihnini işgal eden diğer düşüncelerle kesiliyor. Tarih metinde uydurma, yeniden yazılabilen, dönüştürülebilen bir hale geliyor. Anlatıcı, Hikmet Benol'un sanrıları veya kişilik bölünmeleri gibi bu hayatta hiçbir şeye (tarihe bile) güvenilemeyeceğinin sinyalini veriyor.
Hikmet Benol'un devamlı üşüyen kız Sevgi ile kurduğu bağın bozulması ile hayata tutunmaya çalışan kahramanın ayağının altından zemin kayıyor ve balkon korkuluğunda roman/Hikmet'in hayatı sona eriyor. Geriye yalnızlığın, varoluşsal bunalımın, zihinsel kargaşanın, oyunların, tiyatroların ortasında duran okur kalıyor.
Ey okuyucu!
Bu romana başlamadan önce zihnini tüm olasılıklara aç ve okurken düşünmeye hazır ol!


Mekan olarak Eyüp'te Heybe Cafe'yi seçtik. Etkinliğimiz için 2. katta kitaplık ve duvardaki notlardan oluşan küçük ve sevimli bir odayı bize ayırdılar. Porselen bardaklarımızda çayımızı yudumlarken rahat rahat edebiyat konuşabilmenin keyfi içindeydik.










9 Şubat 2016 Salı

Eski Türk Filmleri Tadında Okumalar

Şubat ayında okuma grubunda 1930-1950 yılları arasında yayımlanan popüler aşk romanlarını konuştuk. Bir dönemin gerek edebiyat gerekse film sektörüne damgasını vuran Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkand bu ayın iki yazarıydı. Kerime Nadir'den kendi deyimiyle "ara roman" olan Aşka Tövbe ve Muazzez Tahsin'den Mağrur Kadın romanlarını okuduk. 


Bu romanları okumaktaki amacımız neydi?

Aslında popüler roman son derece genel bir tabir ve içine yüzlerce yazar binlerce kitap dahil edilebilir. Son dönem popüler olan yazarlardan ziyade Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren belki de 1960-1970'li yıllara kadar popülerliğini korumuş kitapları tercih ettik. Belki de bir neslin okuma alışkanlığını görmek istedik.

 

Popüler edebiyat deyince ne anlıyoruz? 

Büyük kitleler tarafından sevilen, satın alınan ve okunan eserler bu tanım altında değerlendiriliyor. Popüler romanlar üretilirken aslında okurun beğenisi göz önünde tutuluyor. Ne yazarsak geniş kitleler satın alır düşüncesi de hakim. Diğer bir deyişle halkın seveceği konuları yazarın yaratıcılığı çerçevesinde uygun dil ve format kullanarak satışa sunmasıdır diyebiliriz. 


Popüler roman/estetik roman sınıflaması ne kadar doğru? Bu sınıflamada hangi kriterlere bakılıyor? 
Edebi anlamda böyle bir sınıflama yapılıyor. Bu noktada popüler roman için okuru fazla zorlamayan, daha sade bir dille yazılmış, başı sonu belli romanlar kastediliyor. Elbette yazarın kaleminin gücü de okurun tercihini belirliyor. Aynı konuda yazılmış her roman da popüler olmuyor. Estetik roman ise farklı teknikler (bilinç akışı, oyun, kolaj, zamanda sıçramalar v.s) ve normalin üstü hedef kitlesine yönelik dil, üslup barındıran, okurun zihnini romanla ilgili düşündüren metinler şeklinde kısaca tanımlanabilir. 

1930-1950 yılları arasında karşımıza hangi popüler roman yazarları çıkıyor?
Bu konuda oldukça başarılı ve konuyla ilgili derli toplu bir çalışma yapan Alpay Doğan Yıldız'ın kitabında bahsettiği yazarlar arasında özellikle 3 isim öne çıkıyor: Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt ve Muazzez Tahsin Berkand.

O yıllarda popüler romanların yaygınlaşmasının sebepleri ne olabilir?
1930-1950 yılları arasında bahs geçen yazarlar eserlerinin büyük bir kısmını günlük gazetelerde tefrika olarak yayımlıyorlar. Bu çift yönlü bir yarar sağlıyor: Arkası yarın şeklinde yazı dizisi ile gazetenin satışı artıyor diğer açıdan gazete sahipleri yazarlardan roman istiyorlar ve yazar bundan para kazanıyor. Kerime Nadir anılarında gazete sahiplerinin kendisinden roman sipariş ettiklerini ve Hıçkırık, Samanyolu gibi önemli romanlardan sonra sipariş üzerine Aşka Tövbe'yi yazdığını dile getiriyor. Yaygınlaşmanın bir diğer sebebi bu tarz romanların beyaz perdeye aktarılmaya uygun olması. İçlerinde aşk, intikam, entrika, şehvet, acı, zenginlik, fakirlik kısaca günlük hayatın her anı var. Bu da yönetmenler için kullanılabilir ve iyi bir malzeme anlamına geliyor. Aşağıda Aşka Tövbe filminden bir sahneyi ekledik:


Popüler romanların ortak noktaları var mıdır?

Ortak nokta çıkarmak için rastgele iki roman seçmeniz yeterli. Öncelikle büyük bir aşk yaşanması gerekiyor. Bizim seçtiğimiz kitaplarda kısmen fakir kız-zengin oğlan aşkı ele alınmıştı. Mutlu son için zorluklarla mücadele, araya rakiplerin veya kötü kalpli tiplerin girmesi gerekiyor. Tip kelimesini özellikle vurgulamak gerekiyor çünkü romanlardaki kişilerin çokluğu onları sadece iyi veya kötü tip haline getiriyor. Bu romanlarda baş kişinin bile zihninin içine girmek zor, anlatıcı bize olayları bir çırpıda anlatıyor. Kahramanların iyi eğitim almaları, spor yapmaları, piyano çalmaları, ahlaklı olmaları yine ortak noktalar arasında gösterilebilir. 

Mekan seçimimizden de bahsetmeden geçmeyelim. Bakırköy'de Çingene Kafe'de toplandık. Oturduğumuz yerin duvarlarında, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Zeki Müren gibi duayenlerin resimleri asılıydı. Tam yerine geldik dedik. Konuya çok uydu. Eski koltuklar ve eşyalar, duvarlarında resimler ile farklı bir havası vardı mekanın. 





















Sonuç olarak biz bu ay Türk filmi tadında bir okuma dönemi geçirdik. O yılların beğenilen, çok satan eserleriyle tarihte bir sayfa araladık. Kitaplar vesilesiyle çekilen filmlerinden replikler izledik. Kısaca çok keyif aldık. Popüler deyip geçmedik, edebiyatımızın bir dönemine damga vuran yazarları yeniden yad ettik.





22 Ocak 2016 Cuma

3 Ayda Neler Okuduk?

Bu yıl okuma grubunda bir değişiklik yaptık. 

Her katılımcı kura sonucu kendisine çıkan konunun moderatörü oldu. O konuyla ilgili bize araştırmalarının sonucu olarak beğendiği kitap ve kaynakları önerdi. 

Peki geçtiğimiz 3 ayda neler okuduk?

1. Edebiyat-Darbe İlişkisi
Ekim ayında Edebiyat-Darbe ilişkisini tartıştık. Romanlar üzerinden şu konulara değindik:
-Türkiyede yaşanan darbeler Türk romanını nasıl etkilemiştir?
-Darbelerle ilgili romanlarda neler buluyoruz? Bazı karakteristik özellikler var mı bu romanlarda?
-Romanlarda darbeye tanık olan karakterlerin temel özellikleri neler?
-Darbe edebiyatı adıyla bir tür adı oluşturulabilir mi? 
-Okuduğumuz iki romanda benzerlikler nelerdir?


2. Fantastik Edebiyat


Kasım ayında Fantastik Edebiyatı konuştuk. İkisi yabancı biri yerli olmak üzere 3 romanımız vardı. Üzerinde durduğumuz bazı başlıklar:
*Bir kitabın fantastik olması için nelere ihtiyaç vardır? Diğer bir deyişle fantastik romanın ögeleri nelerdir?
*Bilim-kurgu- fantastik roman türleri arasında benzerlik ve farklar nelerdir?
*Türk edebiyatında fantastik romanın seyri hakkında ne söyleyebiliriz?





3. Türk Edebiyatında Kadın Yazarlar


Ocak ayında;

Adalet Ağaoğlu--Ölmeye Yatmak romanı
Sevim Burak--Sedef Kakmalı Ev (H)
Tomris Uyar--Yürek Hakkı (H)
Inci Aral--Karanfil Saksılarda (H)
Leyla Erbil--Gecede (H) 
eserlerini okuduk. 

Roman ve hikayeleri okurken şu sorulara cevap aradık

☆kadın yazar diye bir ayrım ne kadar doğru?
☆kadın yazarların kullandığı dilde/anlatımda nasıl bir farklılık göze çarpar?
☆kadın yazarların tercih ettikleri teknikler var mıdır?







Kültür Perileri Kimdir?

Herkese Merhaba,

Biz farklı mesleklerden aktif kitap okuma eylemi için bir araya gelmiş kitap severleriz. Kitap okumanın insanı yücelttiğine inanıyoruz. Popülist tavırla kitap okumayı bir eğlence aracı olarak görmüyoruz. Aksine kitap okumanın bir hayat felsefesi olduğunu düşünüyoruz. Bu amaçla geçen yıl bir araya gelerek bir edebiyat okuma grubu oluşturduk. 

Edebi zevk kazanma ve nitelikli okur yetiştirme gayesiyle her ay belirlediğimiz konu başlığına göre roman, hikaye, makale okuyoruz. Bir araya geldiğimizde okurken aklımıza takılan soruları birbirimizle paylaşıyor ve cevaplar arıyoruz. Kitabın derinliklerine dalıp dipteki güzellikleri çıkarmaya çalışıyoruz. Okuyoruz, soruyoruz, cevaplar arıyoruz, paylaşıyoruz. 

Kitap okuma halkamız nitelikli okurlarla gittikçe genişliyor, yeni arkadaşlar katıldıkça gayemize ulaştığımız için mutluyuz. 

Bizimle okumaya, düşünmeye, gezmeye kısaca kültür paylaşımına var mısınız?