11 Nisan 2016 Pazartesi

Büyülügerçekçiliğin İzinde

Edebiyat okuma grubu Nisan ayı toplantımızda "edebiyatta büyülügerçekçilik" kavramını ele aldık. Kavramın teorik alt yapısını ortaya koyanlar Avrupalı olsa da 1950 sonrasında Latin Amerika edebiyatında başarılı örnekleri verilen büyülügerçekçilik, olağanüstü/saçma/batıl olanı gerçek hayatın bir parçası olarak algılatarak hem roman kahramanlarını hem okuru buna inandıran bir akım/imkandır. Kuramcıların büyülügerçeklik kavramını açıklamaktaki en büyük sorunları bu kavramın realizm ve fantastik ile olan sınırını çizememek. Fantastik ile büyülügerçekçiliğin farkı nedir? veya bu metinlerde kurgulanan gerçek ile gerçek hayat nerede kesişiyor? soruları uzun yıllar araştırmacıların zihnini kurcalamıştır.



Biz bu ay Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanı ile Latife Tekin'in Sevgili Arsız Ölümü romanını büyülügerçekçilik etrafında değerlendirdik. İki romanı anlatım teknikleri, akıcı dili, karakterleri, metnin alt mesajları gibi çeşitli konularda irdeledik. Farklı coğrafyada geçen iki romanın karakterleri arasında benzerlikler bulunuyor. Özellikle Ursula-Atiye karşılaştırılması romanın diğer kahramanlarının davranışlarını anlamamış açısından önem taşıyor. Ursula'nın lanetle mücadelesi, bir yandan bütün aileyi bir arada tutma çabası, domuz kuyruklu çocuk doğmasın diye herkesin hayatına müdahale çabaları, Sevgili Arsız Ölüm'de Atiye'nin çocukları istediği gibi davranmıyor diye onları birbirine kırdırtma çabası olarak karşımıza çıkıyor. Hurafelere, saçmalıklara, batıla olan inançla örülü bir çevrede geçen romanlarda dil, zaman ve mekanın önüne geçiyor.

Yüzyıllık Yalnızlık'ta "lanet" etrafında kurulan bir hayatın şifreli metinlerin çözülmesi ile son bulması anlatılırken aslında döngü/yüzyıl tamamlanıyor. Ölülerin ruhlarının eve sıkışıp kalması veya ara sıra öte dünyadan gelip kahramanlarla konuşmaları roman kahramanları tarafından yadırganmıyor. İşte bu olağanüstüyü gündelik hayatın bir parçası olarak kahramanlar, okuru da o atmosfere, o şeffaf boyuta taşıyor. Okur, rahatsızlık duymuyor, amma da fantastik demiyor, romanın dünyasına adapte oluyor. Çamaşır asarken uçup giden kızın zamanla unutulması gibi her şey romanın gerçekliği içinde yerine oturuyor.


Sevgili Arsız Ölüm'de anlatılanlar yerli. Yani bu romanın hurafeleri bizim toplumumuza özgü. Ama Baba Jose-Huvat, Ursula-Atiye, toprak yiyen Rebecca-Dirmit benzer şekilde çizilmiş karakterlerdir. Diğer bir deyişle bu iki metin farklı coğrafyalarda farklı inanç toplumlarında yazıldığı halde kurgusal açıdan ortak noktaları bulunmaktadır. Romanda köyden kente göç eden bir ailenin hem kente adaptasyon süreçleri, hem peşlerini bırakmayan hurafeler hem de annelerinin bitmek bilmeyen "ay, ölüyorum"ları ile yaşadıkları anlatılıyor. Atiye'nin hurafelere bağlılığı, Azrail'le pazarlıkları onun ailenin genç fertleri üzerinde baskı kurmasını sağlıyor. Nihayet Dirmit'e el vermesi ve öleceğini söylediği sürede ölmesi ile roman sona eriyor. Dirmit'in atamadığı çığlıkları yazdığı şiirlere dönüşürken yavaş yavaş mental olarak ailesinden kopuşunun ipuçları verilmektedir.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder